Snippet

17 Aralık 2011 Cumartesi

Orduspor 0 - 2 Galatasaray: Farklı Bir Galibiyet

 Lig uzun bir maratondur ve her derbi Galatasaray ezeli rakibine üç atamaz. Zorlu Trabzon deplasmanından üç golle elini kolunu sallayarak çıkamaz. Selçuk-Melo her maç oyuna hükmedemeyebilir ve Semih Kaya bazen ''Galatasaray'ın Pigue'si'' gibi oynamayabilir. Elmender'in her maç en çok koşan oyuncu olmaması da olası bir durumdur. Kısaca bazı oyuncuların formsuz, zeminin kötü, hakemin berbat olduğu maçlar da olacaktır ve her maçı oyuna hükmederek kazanamazsınız. Bu gibi durumlarda galibiyet almak için takımın 'galibiyet alışkanlığı'nın olması önemli rol oynar. Kimisi, 'İyi takım kötü oynadığı maçları da kazanmak zorundadır.' der bunla ilgili. Adı her ne olursa olsun Galatasaray her geçen hafta bu alışkanlığı daha fazla ediniyor. Nitekim Orduspor maçı galibiyeti de bunun eseri olmuştur.

İlk yirmi dakikası geride kalan maçta, çılız bir gol pozüsyonu dahi bulamıyorken ve gelen ilk pozüsyonda bunu gol yapabiliyorsan takım hayli yol katetmiştir. Yeri geldiğinde kontradan skor üretebiliyorsa takım gol opsiyonlarını arttırmış demektir. Vasat bir oyun ve iki gollü net bir galibiyet Galatasaray'ın artık bazı şeyleri aştığını gösteriyor.

Son olarak ilk yarının bitmesine bir maç kala, Manısaspor maçını da alarak lider bitirmek temennimiz. Umarım tribünleri dolu dolu görürüz, çünkü bu takım bunu çoktan haketti.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Fırtına'dan Aslan Çıktı

 Beşiktaş deplasmanından alınan bir puan, geçen hafta Fenerbahçe derbizindeki ezici oyunla gelen galibiyet ve Trabzonspor galibiyeti ile toplanan yedi puan özgüven açısından çok çok önemliydi. Derbi 11'inin bozulmaması ve üç golle gelen net galibiyet, geçen haftaki galibiyetin ve iyi oyunun tesadüf olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Öncelikle defansif açıdan kendini toparlayan takımımız, çift forvete dönülmesiyle ofansif anlamda da ne kadar etkili olabileceğini gösterdi. Olmadık protestolara maruz kalan Selçuk'un harika golü de geceye renk katan ayrı bir güzellikti.
Bizim açımızdan bir diğer güzel gelişme ise Terim'in genç oyuncularda ısrarcı olması. Son yıllarda Zan-Servet ikilisininden çeken taraftarın Semih Kaya'ya sımsıkı sarılması ve onun da bunun karşılığını vermesi çok güzel. Aynı şekilde Emre'nin son iki maçtaki performansı da  zaten Allah vergisi yeteneğinin yanında, kondüsyon ve topsuz alanını geliştirdiğini gösteriyor. Öyle ki dilimizden düşmeyen kanat transferi muhabbetlerini son iki maçtır pek duymuyoruz.

Sırada cuma günü Orduspor deplasmanı ve sonrasında evimizde Manisa maçı var. Kalan maçlardan 6 puan çıkarıp ilk devreyi lider tamamlamak çok uzak değil. Allah nazardan korusun, aynen devam!

6 Aralık 2011 Salı

Yarın Derbi Var !

 Daha bir hafta önceden derbi havasına girilir, fenerli arkadaşlara anlamlı mesajlar çekilir, stada gidemeyenler maçı izleyecekleri mekanı ayarlarlar. Senaryolar çizilir, kafadan 11'ler kurulur ateşli maç muhabbetleri yapılır. Geçmiş maçlardan örnekler verilir, sakin olan takımın kazanacağı söylenir falan filan. Maç günü sabahı itibariyle taraftarlar çok özel bir güne uyanırlar. Saatler dakikaları, dakikalar saniyeleri kovalar. İlk düdük yaklaştıkça kalp atışları da hızlanmaya başlar. İşte bir haftadır taraftarların kendini hazırladığı, ölçüp biçtiği, iddaaya girdiği  Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin başlama vuruşuyla hayat da durur.

Daha son derbiye kadar da durum aynen böyle idi. Hakemler, pozüsyonlar, taraftar, küfürler, kavgalar... Haftalarca gündemde kalır, tartışılırdı. Bazı yönleri hoşumuza gitmese de bu sayılanların hepsi futbolun içinde olan şeylerdi. Ancak 3 Temmuz'da ülke futbolunu saran şike ateşinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tabi ki derbiler de... Fenerbehçe'nin işlediği idda edilen şike suçları sebebiyle çıkacağımız derbi  şikenin gölgesinde kalacaktır. Elbette 'Parçalı-Çubuklu' derbisi izlenecek ama bu kadar soru işareti altında eski derbilerin tadını vermeyeceğine şüphe yok.

8 Kasım 2011 Salı

Umman Milli Takımı

Umman Milli Takımı oyuncuları antrenman sahasında namaz kılıyor.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Kayserispor 0 - 2 Galatasaray / Teşekkürler Aslanlar


Teşekkürler;
40 derece ateşte iğne ile oynayan Elmander,
Çapraz bağlarının koptuğunu öğrenmesine rağmen ikinci yarı da oynamak isteyen Yekta,
Aylardır resmi maç yapmayıp görev verildiğinde aslanlar gibi oynayan Ayhan,
Sahada basmadık yer bırakmayan Selçuk,
Genç Semih....
Kısaca teşekkürler Aslanlar.

ASLANLAR


Galatasaray hakem tarafından son yıllarda görülmemiş şekilde haksızlığı uğramış,tribünde ve oyuncularda tansiyon yükselmiş tam bir sinir harbi şeklinde geçen bir maçın sonucu. Bu maçın tek kazananı var. Gaziantepspor değil, Galatasaray futbolcusu... 10 kişi 9 kişi demeden ortaya konan bu mücadeleyi ancak ruhu aslan olanlar verebilir. Taraftarın takımı sahiplenmesi bir takımın futbolcularının performansını yarı yarıya artırır. Eğer bu yıl şampiyonluk gelecekse sebebi bu videodadır. Umarım sonunda şampiyonluk gelmese de bu mücadele ve bütünleşme hep baki kalır.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Hatıralar Sardı Dört Bir Yanımı


Yukarıdaki fotoğraf çok şeyleri açıklıyor zaten. Benim gibi Galatasaray'ı 95-96 yıllarından itibaren izleyenler çok iyi bilir. O yılların getirdiği şampiyonluklar,sayısız kupalar ve en önemlisi UEFA Kupası... Hepsinin temelinde yatan şey arkadaşlık,samimiyet,inanç ve azimdi. Fatih Terim'in maç sonrası söylediği gibi, oyunu 11 değil 25 kişi oynamaktı. Bir arkadaşı hata yaptığında hatasını kapamak ve ona hırs yüklemekti. Maç esnasında geride olsa bile, maçın her dakikasını final havasında, sanki hayatının son maçı gibi oynayabilmekti. Takım gol attığında, oluşturulan sevinç yumağının arasında, gol atan oyuncuyu seçememekti. Ve hepsinden de önemlisi, oyuncusuyla, teknik heyetiyle ve taraftarıyla bir bütünün parçaları olabilmekti. Baros'un attığı galibiyet golünden sonra teknik heyetin yaşadığı sevinç, gün geçtikçe daha da sevmeye başladığımız Melo'nun golü o atmışcasına kulübeye koşup Fatih Terim ile kucaklaşmasıdır işte bir takımı başarıya götüren en temel faktör. Aslolan performans değil, aslolan mücadeledir. Nasıl ki Avrupa'ya kök söktürdüğümüz zamanlarda bu takım tek yürek olarak kan pompaladıysa taraftarına, dün akşam da benzer hayati vücut fonksiyonlarını gösterdi bozuk zeminli TT Arena'da. Arena, Sami Yen kokuyordu buram buram adeta. Dört yıldır unuttuğumuz duyguları hissettirdi Fatih'in Fedaileri tüm taraftarına. Uzun zamandır Baros'un golüne sevindiğim kadar hangi gole sevindiğimi hatırlayamıyorum.

Gelelim maç analizine... Aslında böyle bir girişten sonra maç analizi teferruattır. Ama kısaca bahsetmek gerekirse, ayağa dayalı pas oyunumuz her maç daha iyiye gidiyor. Üstelik Bursaspor gibi iyi takım savunması yapan bir ekibe karşı, gayet yüzdeli oynadık. Ancak ceza sahası çevresinde sıkıntılarımız devam ediyor. Net pozisyon bulmakta zorlanıyoruz. Tabii ki Bursaspor'un iyi kapanması da bunda etkili oldu. Üstüne üstlük bir de sahada olmasa da farkında olmayacağım Riera'nın kötü performansı ve Kazım'ın sakatlığı eklenince bütün yük Engin'in üzerine bindi. O da elinden geleni yaptı ve harika bir asistle Johan'a golünü attırdı. İkinci yarıda Engin de sakatlanınca F.Terim ister istemez oyun planını değiştirdi. Geriye yaslandı. O dakikaya kadar kalemize dahi gelemeyen Bursaspor o andan itibaren yüklendi. Net pozisyon bulamasalar da etkili kullandıkları duran toplardan birinde Türk futbolunun yeni yıldızlarından Serdar Aziz'le golü buldu. İşte asıl bundan sonrası önemli olandı. Golü yedikten sonra takımın dağılmaması, sakin kalmayı başarması ve Milan Baros gibi bir golcünün kulübeden gelip galibiyeti getiren golü atması, gol sonrası Hasan Şaş,Ümit Davala ve Fatih Hoca'nın jeneriklik sevinçleri, dahası takıma yeni katılan Ujfalusi ve Melo gibi yabancı ! oyuncuların takıma liderlik etmesi... Her yönüyle iyi yoldayız, doğru yoldayız. Ama unutmamalıyız ki, daha yolun başındayız.

Not: Maçla ilgili Muhammet Gülhan'ın yazısını okumanızı tavsiye ederim.

16 Ekim 2011 Pazar

Engelsiz Aslanlarımız Dünya Şampiyonu!

 Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımımız, Japonya'da düzenlenen Kıtalararası Turnuva ''Kitakyushu Cup'' finalinde, ev sahibi ülkenin takımın Miyagi Max'ı 68-51 yenerek, şampiyon oldu. Engelsiz Aslanlarımız bu zaferle beraber Dünya Şampiyonluğu Kupasını 3. kez müzemize getirdi. TEBRİKLER...

8 Ekim 2011 Cumartesi

Sona Bir Kala | Milli Takım

 Geçtiğimiz akşam milli takımımız Almanya ile oynadı ve aslında ilk gole kadar iyi de oynadık diğebileceğimiz bir maçı kaybettik. Hiddink'in dediği gibi karamsar değil realist olmak lazım. Biz Almanya'ya rakip değiliz. Yanlış anlaşılmasın maçı berabere bitirebilirdik ve belki kazanabilirdik de. Ama böyle bir  maçı kazanmak bir iki senelik bilgi birikimiyle, taktikle, fizikle,sistemle olmuyor. Futbolda başarı bir süreçtir ve mucizeler olmadıkça bu süreci en iyi şekilde yönetenler kazanır. Bizim Almanlarla bu konuda rakip olmadığımız gün gibi ortada. En basit örnek adamların doksan doğumlu oyuncuları yanında bizimkiler çocuk gibi kalıyor resmen. Adamlarda fizikse fizik, taktikse taktik, disiplinse alası var. Bir de bizimkilere bakalım, daha yenen ilk golden sonra ne taktik kalıyor ne disiplin. Şuursuzca yapılan baskı pres ve ardında yine gol yiyorsun.
Milli takımımızın sorunu aslında Almanya maçıyla ilgili değil. Bunu çok iyi anlamak lazım. Sen gidip Azerbaycan'a saçma bir oyunla saçma bir golle yenilirsen, Avusturya maçında vasat bile oynayamıyorken son dakikada penaltı kaçırırsan; Almanya maçında müthiş mücadele etmişsin, pozüsyonlara girmişsin ne önemi var?
 Herşeye, tüm olumsuzluklara rağmen ipler yine elimizde(bence). Ben Almanya'nın evinde Belçika'ya yenileceğini düşünmüyorum. Daha doğrusu Almanya'nın İspanya dışında herhangi bir takıma yenileceğini güşünmüyorum. Burada Belçika hayatının maçını oynayacaktır, kazanmak isteyecektir diğenleri duyar dibiyim. Umarım Belçika önde oynar, bol bol hücum düşünür. Düşünür de Almanlar birkaç kontrayla cezayı kesiverir. Belçika'nın beraberliğe oynama şansı yok gibi. Bu da benim tezimi biraz da olsa destekliyor. Milli takım son maçını kazanmalı, kazanacak. Zaten Azerbaycan maçını kazanamazsak tası tarağı toplayalım, buz hokeyi falan seyredelim.

Biraz da olası senaryoları gözden geçirelim.

1- Milli takım Azerbaycan'a yenilir; Belçika 2. olur.
2-Belçika Almanya'yı yener 2. olur.
3-Milli takım berabere kalır; Belçika berabere kalır 2. olur.
4-Milli takım kazanır; Belçika kazanır 2. olur.
5-Belçika kaybeder; Milli takım kazanır 2. olur.( Benim favorim)
6-Milli takım kazanır; Almanya Mesut'un golüyle maçı berabere bitirir ve milli takım 2. olur.( Benim korkum!)

Alakasız Not: Ne olursa olsun Semih bu milli takımda ilk 18'de olmalı.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Röportaj : Kaan Kavuşan / Yıkıma Giden Adam

Klasik Futbol blogunu ilk keşfettiğimde (takriben 1,5 yıl önce) "Aha tam da benim aradığım blog" demiştim. Klasik maçlara ve futbolculara oldukça ilgili olan biri olarak, içeriğini çok beğenmiştim blogun. Kurucusu Kaan Kavuşan'ı  da Twitter'a girdikten sonra tanımaya başladım. Galiba, FM hakkında bir şey önerdiğimde o da beni follow etmiş diye tahmin ediyorum. Daha sonra Clint Eastwood ve sinema alanındaki ortak noktalarımızla kanım kaynadı. Film önerisi almak istediğim zaman başvurduğum ilk mercidir kendisi. Sanal alemde sözüne en çok itibar ettiğim bloggerlardan biridir aynı zamanda. Sadece futbol değil, müzik,sinema ve kitap gibi alanlarda kendini yetiştirmiş, entellektüel bir birey. Zaten YıkımaGidenAdam adlı bogunda  ve  en son Blogger arkadaşlarıyla kurduğu Moon Station Z adlı yeni blogunda bu yönünü fazlasıyla göreceksiniz. Ancak bu röportajı yapmak için çok uğraştığımızı söylemeliyim!! Hehe, şaka :) Sağolsun kırmadı hiç, tek bir mail ile hallettik. Biraz klişe biraz da kendisi için özel sorularla işte Kaan Kavuşan röportajı:

- Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğin için teşekkürler,umarım keyifli bir sohbet olur okurlar için.
- Ne demek, röportaj yapmaya layık gördüğünüz için ben teşekkür ederim.

- Bize biraz kendini tanıtır  mısın? Nerede doğdun büyüdün, okul hayatın, hangi üniversitede okudun?

- Göçmen bir aileyiz. Yugoslavya’dan gelmeyiz. Bugün Makedonya oluyor tabi.  İstanbul’da doğdum, büyüdüm ve yaşamaya devam ediyorum. Okul hayatımda askerdeki “ne fazla sivril, ne de pısırık ol” kuralını işletmişimdir. Daha güzel bir öğrenme yolu yok bence. Daha çok dinlemek, daha az konuşmak gerek öğrenmek için. Trakya Üniversitesi Radyo TV bölümü mezunuyum.



- Futboldan giriş yapalım konuya. Nasıl Fenerbahçeli olduğunu açıklar mısın, özel bir sebebi var mıdır?


- Tabii ki önce babam yüzünden. Türkiye’de babanın tuttuğu takımı tutmamak büyük cesaret ister. Ama ilk hatırladığım maç 103 gollük maçtır mesela. Turan golü attığı anda evdeki sevinç Fenerbahçe’yi tutmamın büyük sebebidir. Tabi daha sonra ilkokulda cayabilirdim, çünkü Fenerbahçe 6 senelik şampiyonluk orucuna girmişti. Ama takım kana karıştı mı zor oluyor caymak. Turan’ın golünü hatırlayarak, en büyük olduğuna inanarak geçirdiğin müthiş seneyi boşa çıkaramazsın sonuçta. Taraftarlık da bu sanırım.


- Futbol hakkında blog yazıp bir çeşit futbola emek veren biri olarak, futbol senin için ne ifade eder?


- Futbol her gün konuştuğum, tartıştığım, bir teknik direktörmüşçesine taktikler ürettiğim, bir başkanmışçasına kafamda transferler yaptığım bir şey. Her gün hayatımın içinde olduğuna göre önemli bir şey olsa gerek.



- Peki Klasik Futbol'a olan merakının temeli neye dayanıyor?



- Futbolun hikayelerini seviyorum. Karakteristik bir şey sanırsam. Ananemin masalları, dedemin hikayeleri derken bir baktım ki, babam da Cruijff’u anlatıyor bana. Ee tabi bu hikayeler, beni klasik futbola itiyor.



- Çok fazla klasik maç izlemiş biri olarak, günümüz futbolu ile klasik futbol arasındaki en belirgin farklar sence nedir ve bu farklılıkların oluşmasındaki en büyük etken nedir?



- Belirgin farklar, presin olağan üstü artması. Bu çok sıkıntı değil, dinamizm iyidir. Fakat yetenek yerine, alan daraltmacı oyunun tercih edilmesi kötü. Günümüz futbolu tabiî ki daha tempolu. Geçmişte bu tempoyu kurabilen sınırlı takım var. Brezilya 82, Hollanda 74 ve 78, Arjantin 78, 70’ler Ajax ve Bayern, son olarak Milan 88-92 arası kadro. O günlerden bugüne çok da değişim var tabi. Bu daha defansif ve oynatmamaya yönelik oyunun artış sebebi kısaca futbolun endüstriyelleşmesi ile birlikte kazanma zorunluluğun artması, maddi gelirlerin bu yüzden  dengesiz dağılarak, kulüpleri zor durumda bırakması ve antrenörlerin bu düzende büyüklerin sınırsız gibi görünen imkanlarıyla baş edemeyip, sadece onları geri püskürtmeyi kendilerine hedef seçmeleri. Tabi risk alıp kazanmak istediklerinde ve kaybettiklerinde, artık işleri geçmişe göre daha büyük tehlikede.


- Bir sürü blogger türedi artık (bizim gibi:), bu kadar blog arasında özellikle takip ettiğin bloklar ve takip etme nedenlerin?

- İnan çok blog var takip ettiğim. Chao Grey (doğru futbol anlayışı yüzünden), Stalker blog (futbolun içindeki siyasete dokunma korkusu sıfır olduğundan), lappappa blog  (sırf başlık politikası yüzünden bile takip edilir), Flying Dutchman (yazım stilini seviyorum),  YSİ blog (futbol romantizmi ile fanatik taraftarlığı karıştırmadığı için), Di Massimo Talento (Fenerbahçe’ye doğru bakan bir blog olduğu için), Basit Oyna (Benim gibi Cruijffista olduğu için), Noat Samisa (analiz okumak istediğimde), Stereotype Ball (Klasik Futbol haricindeki tek Türkçe klasik içerik), Fever Pitch ve aslında daha çok da var. İlk aklıma gelenler bunlar. Futbol dışı Moon Station Z’te yazıyoruz bir de. (Ben, fever pitch’ten mcanmutlu, stalker’dan stalker, ve lappappa)


- FB dışında sempati duyduğun takımlar hangileridir? Hem şimdikilerden hem de klasik futbol'dan sevdiğin teknik adamlar ve futbolcular,varsa nedenleri?


- Milan Avrupa’da değişmez takımımdır. Küçüklüğümün kahramanlarıydılar. Gullit, Van Basten, Rijkaard, Saviçeviç, Donadoni… Daha sonra da hep ayrı ilgiyle takip etmişimdir. İngiltere’den Liverpool, İspanya’dan Barcelona  (gerçi Atletico’yu da severim), Fransa’dan Marsilya ve Almanya’dan Bayern diğer takip ettiklerim. Bir de eski halinde olmasını hasretle dilediğim Ajax var.


- Klasikleşmiş oyunculardan Johan Cruijff (her şeyiyle), Puskas (müthiş tekniği ve şutları ile), Maradona (o sokak çocuğu yeteneğiyle), Rensenbrink (seri çalımlarıyla), Socrates (profesör zekasındaki oyunu ile) ve Brian Laudrup (hız-teknik-zeka saç ayağı dengesi ile) çok sevdiğim oyuncular. Günümüzdense Messi’yi zaten herkes takdir ediyor, ben de ediyorum tabi. Ama Kuyt, Robben, Gerrard ve Falcao’yu özellikle seviyorum

- Peki , gelecekte dünya futboluna damga vurmasını beklediğin futbolcular kimlerdir?



- Juan Manuel İturbe ve Adrian luna. Luna frikikleriyle ve top hakimiyetiyle, İturbe Messivari sürati ve seri çalımlarıyla büyük yıldız olacaktır.



- Spor yapar mısın?

- Futbol oynamayı seviyorum tabi. Halı sahalarda top tepiyoruz ortam müsait oldukça. Bu yaz basket de oynadım oldukça.

- Kitap, müzik ve özellikle de sinemaya olan ilgini izah eder misin? Sana göre kitap okumak insanda neleri değiştirir, sinema'ya olan ilginin sebebi ve hangi tür müziklerden hoşlanırsın?

- Hepsi genel kültürün dikte ettiği güzel şeyler. Bir insanın en büyük amacının entellektüel olmak olması gerektiğini düşünüyorum. Biz de her ne kadar dalga geçilse de. Tabi bunun ötesinde zevkli şeyler de. Sinema ve müzikten zevk almayan insan çok azdır. Kitap ise zaman istiyor ve bizde pek tercih edilmiyor ama okunan her doğru kitap bir şey kazandırır insana. Faust’u da okusan, Lenin’i de okusan, Philip K. Dick’i de okusan hayat görüşüne doğru gelen, hep hissettiğin ama adını koymadığın bazı şeyleri bulabiliyorsun. Bu çok şey değiştiriyor. Düşünce jimnastiği de  önemli, düşünme alışkanlığı kazanmak da. Kitap bunun en güzel yolu. Hatta okumak bir oyuncunun futbolunu dahi geliştirebilecek derecede önemli.


- Sevdiğim müzik türü rock ana başlığında. Rock ve punk severim. Brütal vokal olmadıkça metali de dinlerim. cCc Iron Maiden cCc



- Hangi tür film ve hangi tür kitapları daha çok tercih edersin? Okurlara tavsiye edeceğin kitap ya da filmler nelerdir?



- Filmde tercihim western ve bilimkurgu. Kitapta ise öncelikle bilimkurgu. Sonrası fark etmiyor, ilgimi çekecek her konuyu okuyabiliyorum. Film önerilerim, The Good , The Bad and The Ugly, Blade Runner, 2001: A Space Odyssey,  Mystic River, Pulp Fiction ve de Nuovo Cinema Paradiso. Aslında çok daha fazla yazabilirim, yer yetmez.



- En son okuduğun kitap,en son izlediğin film?


- Şu an Philip K. Dick’ten Karanlığı Taramak’ı okuyorum ve son izlediğim film The Tree of Life. (Güzel filmdi, bu da izlenebilir)



- Fırsat verilse sinemanın içinde aktif olarak rol almak ister miydin? İsteseydin neresinde olmak isterdin?



- İsterdim. Aslına bakarsan dizi setinde bulunmuştum ama şartları çok ağırdı. İnsanlar yirmi dört saat çalışıyor 12 saat dinleniyor sonra yine 16-17 saatlik mesailerine başlıyorlardı. Yönetmenlik ve oyunculuk… ikisini de isterdim. Ama teknik elemanlık, bu çalışma saatleriyle zor.



- Büyük bir Clint hayranısın aynı zamanda da Cruijff. Olur ya birgün Clint seni yeni filminin galası için sana yanından yer ayırsa, tesadüfe bak aynı gece Cruijf da "gel beraber bir şampiyonlar ligi finali izleyelim locadan" dese , hangisini tercih ederdin?



- Çok zor soru. Clint’in yaş büyük Allah gecinden versin. Clint olurdu herhâlde, daha iyi bir dinleyici. Cruijff sürekli fikirlerini anlatırdı. Gerçi onu da dinlemek zevk. Çok zor soru. Tam karar veremedim yine de.



- Sinema tarihinde, izlediğin bütün filmlerde seni en çok sürükleyen karakter ve en çok yerinde olmak istediğin karakter?


- Clint Eastwood’un İyi Kötü ve Çirkin’deki karakteri Sarışın en sürükleyicisi. Kim yerinde olmak isterdim… Bu da zor soru.  Dr. Emett Brown olabilir. Geçmişe,  geleceğe yolculuk güzel. Kafası da Marty’ye oranla rahat. Tamamdır, Geleceğe Dönüşten, Dr. Emett Brown.


- Blogdaki yazılarından anladığım, kendini kişisel olarak çok iyi geliştirdiğin yönünde. Kültürel konulardan tut da siyasete kadar birçok konuda bilgi birikimine sahipsin. Bu seviyeye gelebilmek için neler yaptın, kişisel gelişim kitaplarından faydalandın mı ya da inanır mısın bu kitaplara?



- Hayatta en inanmadığım şeylerin başında kişisel gelişim kitapları gelir. Çünkü bu kitaplar size kesin hatlarla şöyle yap, böyle yap diye anlatırlar. Kendi doğruları satış stratejileri yüzünden de kesindir. Ama hayatta hiçbir şey kesin değildir. En güzeli edebi değeri olan eserleri okumak, izlemek ve dinlemek.  Anlamaya çalışmak, anlamadığın yeri araştırmak. İyi bir edebi eserden, müthiş bir hayat görüşü yakalayabilirsin.



- Entellektüelliğin tanımı sence nedir?


- Entellektüelite beynini sınırsız bilgiye açmaktır. Tabi entellektüel olma iddiasındaki insan bu bilgileri iyi süzgeçlerden geçirmek zorunda. Hem bilgiyi alırken, hem de bilgiyi aldıktan sonra. Çünkü zaman sınırlı ve çok değerli. Yani dünya üzerinde en yararsız bilgileri öğrenmektense, yararlı bilgilere ulaşmak önemli. Bu kadar eleminasyon yapsa bile insan beyni için bilgi hâlâ sınırsız gibi.


- Yaşamın boyunca ilham aldığın, olaylara ve hayata bakış açını değiştiren ya da genişleten rol modeller var mıdır?

- Johan Cruijff sürekli sorumluluk alarak tanrılaşmış bir hayat kurgusu (futbolda tabi) sergilemesi nedeniyle (gerekli olduğunda bozuk olanı yıkmayı bilmek önemli), Clint Eastwood (dışarıdan sana nasıl rol biçerlerse biçsinler aslında görünenin çok ötesinde bir insan olabileceğini göstermesi nedeniyle).



- Özel hayatında nasıl bir adamsın? (Kıl olurum bu soruya ama belki cevaplamak istersin diye sordum,  yoksa önemli değil)

- Kendini anlatmayı fazla sevmeyen bir adamım.  Kısa geçeyim: düzgün bir insan olmaya çalışan, kültürünü geliştirmeye çalışan, bilginin en önemli şey olduğuna inanan biriyim.



- Bokunu çıkardığımız ya da çıkarılan Twitter dünyası ile ilgili ne söylemek istersin?

- Evet gerçekten bokunu çıkarıyoruz. Ben son günlerde azalttım ve çok da memnunum. Günümüz geçiyor ve nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Kendimize daha yaratıcı işlerde kullanmak üzere yer açmamız gerek. Twitter geniş mecra tabi, türlü türlü insanla muhatap olmak sıkıcı olabiliyor. Ama oradan kurduğum arkadaşlıklar da yok değil. Ne atılır, satılır yani ama sınır koymanın gerekliliği muhakkak.

- Bilgisayar oyunu oynar mısın? Hangileri?


- Şu sıralar pek oynamıyorum. Fakat geçmişten Sensible Soccer’ı hala açıp oynarım ara sıra. Medieval Total War’ı da seviyorum. Yine CM’den-FM’ye her yıl serinin yeni oyunlarını oynuyoruz tabi. Ama beş sene öncesine göre hepsini çok daha az oynuyorum. Bilim-kurgu hayranı olduğumdan, güzel bir senaryosu olan bilimkurguya da hayır demem ama. Knights Of The Old Republic tarzında.


- Peki bizim gibi yeni yeni yazmaya başlayanlar için tavsiyelerin nelerdir?



- İyi yazmak için iyi de okumak gerek. Yazdığının iki üç katını okumak gerek. Bunun dışında yazarken kendine has bir üslup tutturmak, robotik yazmamak da güzel bana göre. Bunları tavsiye olarak verme hakkını da görmüyorum kendime, zira tavsiye almayı hiç sevmem. Ama aklınızın bir köşesinde, fikir jimnastiği yaparken düşünebilirsiniz.


- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?


- Blogunuzda başarılar diliyorum. Kim ne derse desin, (benim söylediklerim de dahil hatta) siz bildiğiniz şekilde yazın. Şunu yazın, bunu yazın diye istek yapanlar, onu niye şöyle yazdın bunu niye böyle yazdın diye eleştirecek olanlar vardır. Eleştiri elbette bir düşünülüp, tartılır, ama sonuçta kendi yaptığınız size doğru geliyorsa öyle yapmaya devam edin. Sonuçta kişisel zevkiniz, hatta dini olmayan vaazınız bu.  Saygılar okurlarınıza…

- Tekrar çok teşekkür ediyoruz bu röportaj için.

- Rica ederim, benim için büyük keyifti.

Ayrıca kendisini   http://twitter.com/#!/yikimagidenadam   adresinden takip edebilirsiniz.

2 Ekim 2011 Pazar

Ankara'nın Dönüşü Güzel

İlk 4 haftada alınan 7 puan ve oynanan vasat oyun sonrasında özellikle biz taraftarlarca bu maç beklentiler yüksekti. Rakip zor günler geçiren Ankaragücü, ama deplasmanda olması yine de biraz tedirgin ediciydi, zira son 2 yıldaki deplasman karnemiz ortada. Maça takım olarak iyi başladığımızı söyleyebilirim. İlk dakikalarda Rajnoch'un şutunu çok iyi çıkaran Muslera birbakıma maçın da gidişatını değiştirdi. Hemen ardından aynı futbolcunun kendi kalesine attığı gol lig tarihinde attığımız 3000. gol oldu. Nice 3 binlere diyelim.

Özellikle ilk yirmi dakika ayağa çok iyi top oynadık. Belki net pozisyonumuz yoktu ama baskı altındaki ayağa pas oyunumuz gün geçtikçe güzelleşiyor. Bundaki etkin rol tabii ki Selçuk ve Melo'nun. Savunmada Ujfa ve Engin de bu ikiliye destek verince diğer 4 maça oranla daha özgüveni yüksek bir takım görüntüsü verdik. Engin'e ayrı bir paragraf açmak lazım. Ben şahsen orta alanda oynayabileceğine hiç ihtimal vermiyordum. Bizim Trabzonspor'dan bildiğimiz Engin, dikine oynayan, çok sıkışmadıkça pas vermeyen ve agresif tavırlı bir oyuncuydu. Galatasaray'da ise daha paylaşımcı, al-ver oynayan, savunma direnci de olan bir Engin var. Özellikle Kazım'ın olağanüstü golünde, Kazım'ın o fantastik vuruşuna rağmen golün yarısını Engin atmıştır bence. Topu çalıp hiç bekletmeden Riera ile yaptığı ikiye bir ve sonrasında Selçuk'a verdiği pas birinci sınıf bir kontra atak golü izletti bizlere. Kazım da Allah ne verdiyse vurdu.
İlk 20 dakikanın ardından 2-0 ' ın da rahatlığıyla daha rölanti oynayan Galatasaray, oyunda dengeyi kurmaya çalışan da Ankaragücü idi. Ankaragücü daha çok kanatlardan gelmeye çalıştı, özellike de sol kanattan Özgür Çek'le zaman zaman tehlikeli gelse de bu ataklar olgunlaşmadan bitti. Galatasaray'da sağ tarafta Kazım, Es Es maçında olduğu gibi yine çok koştu, takım savunmasına elinden geldiğince yardım etti. Maçın bence Galatasaray adına en etkili oyuncusuydu Kazım. Özgür hücuma çıktığı zamanlar da onun boşalttığı kanadı iyi kullandı. Zaten attığı gol de, Özgür'ün kornerde kaptırdığı top sonucunda oluşan kontradan geldi. Ayrıca zaman zaman Elmander'in yanında ikinci forvet gibi oynadı ve geriden gelen Selçuk ve Riera'ya sağlam bir duvar oldu

İkinci  45 dakikada  topa daha çok sahip olan takım Ankaragücü'ydü ama olgun atak geliştirmekten  çok uzak görüntü verdi Ankara temsilcisi.Topu sürekli kanatlara sıkıştırdılar,Galatasaray da takım olarak iyi kapanınca 
pozisyon üretmekte zorlandılar.Düşünün, takımın en yaratıcı oyuncusu sol bek oynayan Özgür Çek! Galatasaray takım olarak her geçen gün daha iyiye gidiyor. Ancak bu maç kesinlikle ölçü değil. Takım savunması iyi, ama geri dörtlü de hala soru işaretlerim var. Bir tek Ujfa ile olmaz bu iş. Gökhan'ın hatasız gözükmesi Ankaragücü'nün pozisyon üretmekten uzak oyununun bir sonucudur. Rakip forvetler çok yetersizdi. Hücum da ise gollerin dışında genel de ayağa çabuk oynayarak kazandığımız pozisyonlar var. Elmander 2, Selçuk ve Eboue de 1'er pozisyonu harcadılar. Hücum varyasyonları diğer maçlara oranla daha kaliteliydi. Selçuk,Kazım ve Elmander gün geçtikçe daha uyumlu oynuyorlar. Riera da oyun içi sürekliliği kazandığı zaman daha etkili olacaktır. Bu gece en fazla sevindiğim şey de Baros'un gol atması oldu. Kalitesini hiç tartışmam. Bence fizik olarak iyi olduğu zaman bu takımın 1 numaralı forvet oyuncusudur. Umarım en kısa zamanda toparlanır da hücumda daha akıcı bir oyun görürüz. Maçın hakemi Fırat Aydınus da gayet iyi bir maç yönetti. Özet olarak gün geçtikçe iyiye giden bir takım var ortada. Kolay değil geçen yılki travmadan çıkmak. 2-0 ken bile maç gider mi psikolojisine giriyorum inanın. Özgüven ve uyum arttığı sürece futbolun kalitesi de artacaktır.

22 Eylül 2011 Perşembe

Ne Desek Boş Be Hocam !

Çok fazla söylenecek bir şey yok aslında maçla ilgili. 10 kişi kalana kadar 2 net pozisyona girilmiş, birinden Sercan'ın felaket ötesi  vuruş tercihi ve aynı kötülükteki vuruşu nedeniyle sonuç alınamamış. Bence kırmızının ağır karar olduğu pozisyonda, Muslera'nın atılmasının ardından Galatasaray takımını sahada gören,duyan varsa beri gelsin.

Bu bölümde Fatih Terim'in yaptığı ilk ciddi hata Riera'yı oyundan almasıdır. 10 kişi kalmışsın,topla oynama yüzden ister istemez düşecekken, top ayağındayken rakibe kolay kolay vermeyen, teknik kapasitesi yüksek ve kontra toplar atma kabiliyeti olan Riera'yı oyundan almak hiçbir şeyle açıklanamaz. Üstelik yerine çektiğin adam Sercan, top tutma kabiliyeti düşük, aldığı bütün toplarda sırtı dönük bile olsa 3 kişinin arasından geçmeye çalışan ve üstelik savunma yönü de Riera'dan daha kötü bir oyuncudur. Arkasındaki "Balta" da özüne dönünce soldan yapılan ataklar, top daha orta çizgiye gelmeden sonlandı.
Birinci hata hadi kabul edilebilir diyelim, olabilir, teknik direktör tercihi dersin geçersin. Ama ikincisi Fatih Terim gibi bir teknik adama hiç yakışmadı. İkincisi daha çok psikolojik. Terim'in meşhur bir sözü vardır "Yenemiyorsan yenilme" diye. Tamam söz güzel de, 15. dakikadan itibaren bu uygulanmaz ki. 10 kişi kalana kadar fena oynamayan takımı,10 kişi kalır kalmaz direk savunmaya gömmek... Üstelik bu takımın adı Galatasaray ve karşıdaki takım Karabükspor. Kadro kalitelerini karşılaştırmaya hiç bulaşmıyorum. Selçuk ve Melo'yu savunmanın arasına gömerek, sol kanatta da Sercan'ı oynatarak zaten gol atmakta sıkıntı çeken takımda neleri değiştirmek istedi ? Hiçbir şey. Ya da birşeyler yapmak istedi, oyuncular uygulayamadığından biz anlayamadık. Takım 10 kişi kalsa da Fatih Hoca'nın hücum futbolundan minimum taviz vermesi gerekirdi. Ben kendisine yakıştıramadım Fatih Hoca'nın. Önde baskıyı Türkiye'ye getiren Terim, bu felsefesini dün gece hiç uygulamayınca, Karabükspor takımı geçen yılda dahil olmak üzere en rahat maçını oynamıştır bence. Hiç abartmıyorum, bir ara maçı izlerken "Barcelona deplasmanındayız, ne güzel kapanıyoruz 1-0 bitse bari maç" hissiyatına kapıldığımı hatırlıyorum. 60 dakika boyunca yarı sahamızın ortasında bizimkilere 5-2 top kapma çalışması yaptırdılar, kanatlara rahat indiler ve de üstüne Ufuk Ceylan yardımlı bir gol attılar. Ufuk resmen dejavu yaşattı bütün GS taraftarına yine. Bu golün bahanesi olmaz. Maçı kazandığını düşünen Yücel İldiz de Cernat'ı oyundan aldı, buna müteakiben oyuna giren Baros'un kazandırdığı penaltıyla yırttık. Peki ya bundan sonra?

Takımın en iyileri Kazım ve Elmander'di. İkisi de çok çalıştı ama ortadan destek gelmeyince üretkenlik gösteremediler. Melo'nun penaltıyı kullanmak için sorumluluk alması takıma adaptasyonunun tamamlandığının bir göstergesi bence. Çok da soğukkanlı bir vuruşla takımına 1 puan'ı getirdi. Çok fazla eleştiri yaptım belki ama Fatih Hoca oyuncuları tanıdıkça bunları da aşacaktır. Samsunspor maçının ardından yazdığımız maç yazısında Terim bu takımı 4-4-2 oynatmalı demiştik. Bu maçta diğer maçlardan ders çıkararak 4-4-2 ile başladı ama maçın başında 10 kişi kalınca onun da planları alt üst oldu. Sonuçta bu takımı yola sokabilicek olan da kendisi. Son olarak ; Ne Desek Boş Be Hocam, en iyisini yine sen bilirsin.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Gelecek Onların : Leo & Cesc

İkisi de 24 yaşında.İkisi de çok yetenekli, ikisi de çok genç yaştan beri çok popüler ve bu ikisi çok iyi arkadaş.Bu arkadaşlığın temeli La Masia'ya dayanıyor elbette. Küçük Leo 11 yaşında tedavi için annesinin elinden tutup geldiği İspanya'da hem sağlığını hem de şu an sahip olduğu herşeyini borçlu olduğu, pek tabii karşılığında çok şey de verdiği Barcelona kulübünün, "scouting" ekibi tarafından zaten Arjantin'de keşfedilen yeteneği sayesinde La Masia'ya giriş yaptı.
 
Böyle başladı işte kankalıkları. 16 yaşlarına geldiklerinde yolları ayrıldı iki 'wonderkid'in. Genç yetenek öğütücüsü Arsene Wenger tarafından yeteneği farkedilen ve profesyonel sözleşmesi olmayan Cesc, Londra'nın yolunu tutmakta gecikmedi. Böyle bir yeteneği kaybetmenin ızdırabını Cesc'in "Gunners" 'da parlamaya devam ettiği her gün daha da fazla çeken Katalan ekibi,takip eden yıllarda genç oyuncularının mukavelelerinde daha dikkatli davranmıştır. 2003 yazında Londra'ya geçen Fabregas Arsenal'in ligde fırtına gibi estiği yıllarda ilk senesinde A takımla idmanlara çıkmasına rağmen, o yıl birkaç kupa maçı dışında fazla maç oynamadı. Bu esnada Henry,Bergkamp,Vieria,Pires gibi oyunculardan çok şey öğrendi.Zamanla kendini geliştiren Cesc yıldız oyuncuların bir bir takımdan ayrılmasıyla takımın bir numaralı yıldızı oldu ve Wenger tarafından kaptanlığa getirildi. Sadece ilk senesinde EPL şampiyonluğu yaşayan Cesc, sportif başarı açısından, çok şey borçlu olduğu Wenger'in takım içi kadro istikrarı yakalayamaması ve kötü stratejisi yüzünden istediklerini başaramadı.Milli takımda ise çoğu Barcelona altyapılı müthiş bir  kadroya sahip İspanya ile Avrupa ve Dünya şampiyonluğu yaşadı.

Kankası Messi ise hem teknik hem de sportif açıdan müthiş yönetilen Barcelona'da harika işlerin altına imza attı. 2004-2005 sezonunun sonlarında Almeira'ya attığı gol onu La Liga'nın en genç golcüsü yapıyordu (sonradan bu rekoru birbaşka La Masia mahsülü Bojan Krkiç kıracaktır). Ardından her yıl üstüne koyarak oynayan Leo, takımdaki Ronaldinho,Deco,Eto'o ve Xavi gibi oyunculardan fazlasıyla nasiplendiğini,son zamanlarda geliştirdiği takım oyunu becerisi ve asistçi özelliğiyle belli ediyor. Zaten kendisinde olan saf yeteneği hem mental hem de fiziki açıdan güçlendirerek günümüzün en iyi futbolcu proflini oluşturmuştur.Dahası Arjantin'de parlayan her genç diloya yakıştırılan "Nuevo Maradona" deyiminin tek hakedeni konumuna gelmiştir. Arjantin Futbol Federasyon'u biraz akıllı davranıp Milli takımın başına azıcık futboldan anlayan birini getirebilseydi şu an belki Dünya Kupası da kazanmış olabilirdi Messi. Buenos'dan baya umutluyum bekleyelim, görelim.
 
Ve 2011 yazında, 2-3 yıldır Avrupa basının haber yapma bakımından ekmeği olan Fabregas-Barcelona flörtü nihayet mutlu sonla bitti. General Xavi'nin 2010 yazında "Wenger kaçınılmazı geciktiriyor" dediği kaçınılmaz mutlu sonla bitmiş ve buna da en çok sevinen Messi,Pique,Pedro,Busquets gibi çocukluk yıllarında yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen kankaları olmuştur. İdolüm dediği eski Barçalı şimdiki hocası Guardiola'nın 4 numaralı formasını sırtına geçiren Fabregas daha ilk maçlarında bu takıma hiç de yabancı olmadığını kanıtladı.Zaten aynı futbol felsefesiyle kavrulmuş ve küçükken aynı ekmeği yediği oyuncularla maça çıkan Cesc, Katalan ekibinin ileriki yıllarda Messi ile beraber en önemli oyuncusu olacağının sinyallerini verdi. Maçlarda Messi ile olan pas alış-verişleri, birbirlerine yaptığı asistler ve dahası takımın tümüyle olan uyumu, Barcelona'yı bu sezon diğer sezonlara göre 2 kat daha tehlikeli bir takım yapacağa benzer ilk 3 hafta itibariyle.Ligde 3 maçta atılan 15 gol her şeyi açıklıyor zaten. Xavi ve Puyol'un 3-4 seneye yaşlanacakları düşünüldüğünde Leo ve Cesc, tabii ki de İniesta ile beraber (Thiago da bu üçlüye katılabilir) takımın liderleri olacaktır.Zaten genç bir kadroya sahip olan,elinde Thiago,Sanchez,Pedro,Busquets,Dos Santos gibi cevherler olan Guardiola bu yapıyı koruyabilirse, dünya futbolu üzerindeki Barcelona hakimiyeti bir 10 yıl daha devam edebilir.Tabii ki de Messi ve Fabregas önderliğinde!

19 Eylül 2011 Pazartesi

4-3-3 Laneti ve Yenilerle Gelen Galibiyet

Kolay olmasını beklediğimiz bir maç değildi.Samsun ilk maçını kazanmış olmanın özgüveni, Petkoviç gibi tecrübeli bir hoca ve Bance gibi etkili bir silahla gelmişti Arena'ya.İlk 15 dakika baskılı oynayan ama üretkenlikten uzak bir Galatasaray vardı sahada.Bu bölümde tek net gol şansı Eboue'nin sağ kanatta pres yaparak kazandığı topta Sabri'nin çıkarıp önce Baros ardından Riera'nın değerlendiremediği pozisyondu.
Bu bölümden sonra ilk yarının sonuna kadar sıkıcı bir futbol vardı.Oyuncular hırslı, istekli ancak bal yapmayan arı misali.Bunun da temel nedeni Rijkaard'ın gelmesiyle bizim takımda moda olan  4-3-3 formasyonunun ısrarla takıma adapte edilmeye çalışılması.3'lü forvetin sağ ve sol kanadı, Kazım'ın çok fazla çizgide oynaması Riera'nın da daha çok topu üstüne istemesi aynı zamanda da orta üçlüden  destek gelmemesi Baros'u ileride
çok yalnız bıraktı.Topu bir şekilde ceza yayına ya da kanatlara getirdik ama Baros'a yardımcı koşuların olmaması ceza sahası etrafında top çevirmekten başka bir sonuç vermedi.Öyle ki, kuş bakışı bakıldığında ceza sahasını sağdan Kazım-Sabri,soldan Riera-Hakan ortadan Selçuk-Eboue ile kuşatan bir tim ve kale içerisindeki esiri oynayan bir Baros görüntüsü vardı.Baros'u yaptığı koşularla rahatlatacak ya da Baros'un boşalttığı alanlara girecek bir oyuncu gerekiyodu,bunun da anlamı aslında 2. forvetin girmesi demekti.
Fatih Terim'i bazen anlayamıyorum,elinde bu denli 4-4-2 oynamaya müsait bir takım varken 4-3-3 abesd-i iştigal bence.Eboue'yi orta sahada kullanmak yerine ortanın sağında, Kazım'ı da Baros'un yanında kullanabilirdi.Oyuncuları maksimum verim alabileceğiniz yerde oynatmak maksimum takım performansınızla doğru orantılı birşeydir.Nitekim Fatih Hoca ikinci devrede hatasını anladı ve Kazım'ı forvete Eboue'yi de gerçek yeri sağ kanada çekince takım doğru görüntü vermeye başladı.Kazım'ın pasında Eboue'nin bulduğu pozisyon 2. forvet oyuncusunun getirisiydi.Kazım üstüne çektiği rakiplerden kurtulup boşa çıkan Eboue'yi gördü ve o da pas yerine vurmayı tercih etti. Derken yaptığı her hata kalemizde golle bitmeye mahkum olan Gökhan "The Kalas" Zan'ın hatası geldi ve gittiği için Allah'a binlerce kez şükrettiğimiz eski BAM üçlüsünün M'si şansının da yardımıyla attı golünü sonra da "Yukarıda Allah var" gibisinden bir de selam yolladı tribünlere.Yesinler seni,koçum benim!
Fatih Terim'in en sevdiğim özelliklerinden biri takım kötü gittiğinde oyuna derhal müdahale etmesi.60'lı dakikaların başında Elmander ve ardından Sercan değişiklikleri bahsettiğimiz hücumdaki hareketliliği getirdi.Selçuk'un pasında Sercan'ın hareketlenip iki savunma oyuncusunu üstüne çekmesi ve buna bağlı olarak Elmander'in boşa çıkması,Sercan'ın harika topuk pası ve Elmander'in müthiş solu.İşte bütün mesele bu.Bu hareketliliği yakaladığınız zaman iyi hücum ediyorsunuz zaten sistem falan bahane bence.Misal, Baros geçtiğimiz yıllarda da tek santrafor oynuyodu ama arkasında Kewell,Lincoln,Arda,Keita hatta Elano ve zaman zaman da Nonda gibi gol sezileri olan,savunma dengesini bozucu koşular yapan ya da rakibi üstüne çekip Baros'a pozisyon hazırlayan oyuncular vardı.Baros'a mutlaka yardım gerekiyor.Bunun da ilacı çift forvet oynamak.Zira 3 lü orta sahadan ne Selçuk ne Melo böyle bi oyuncu.Eboue biraz bu özelliklere sahip ama o da oranın adamı değil.Kazım da kanatta oynadığı zaman çok çizgide kalıyo ve takım oyunundan kopuk oynuyo,oysa forvette daha hareketli ve etkili şutları da olan bi oyuncu.Baros'un yanında Sercan,Elmander ya da Kazım gibi adamlar oynarsa hem kendisi hem de Galatasaray takım olarak daha iyi oynar.Bu sayede ileride top daha fazla kalır, Selçuk ve Melo'nun ters toplarıyla da kanat oyuncularını daha efektif kullanabiliriz.Zaten Fatih Terim de son yarım saatteki oyunla artık bunu daha iyi anlamıştır.

Elmander girdikten sonra kalitesini fazlasıyla ispatladı,tam bir "secondary striker".Sercan'ın arkasında yardımcı oyuncu olarak oynadı.Attığı golde boş alana koşuşu ve vuruşu kalite kokuyor.Riera ilk maçı olmasına rağmen gayet istekli gözüktü.Top ayağına yakışan,teknik kapasitesi yüksek bi oyuncu.Zaman zaman bocaladı ama maç maç bu eksikliğini giderir.Orta sahada Melo iyi oynasa da zaman zaman gereksiz çalım sevdasına dalıp top kaybetti,yapmaması gerekir o mevkide oynayan bir oyuncunun.Onun dışında gayet iyi bir maç çıkardı.Selçuk her zamanki gibi iyiydi.Sabri bildiğimiz hırs ve zeka eksikliğiyle istikrarını korudu.Eboue orta alanda oynamasına rağmen ilk maça oranla daha iyiydi.Hakan Balta diğer maçlara oranla daha atak oynadı.Her maç böyle oynasa bari :).Tandemde Ujfa hatasız oynadı,Gökhan da hatasına rağmen benim en çok çekindiğim isim Bance'yi iyi marke etti.

Samsun ise beklediğimin aksine çok defansif oynadı,orta alanı kalabalık tutup GS orta sahasını pas hatasına zorladılar,ilk yarı planları tuttu aslında ama Melo'nun golüyle geriye düşünce ikinci yarı daha ofansif görüntü çizseler de bu sadece görüntüde öyleydi.Üretkenlikten uzaktılar çoğu zaman.Bance sıkı markaj altında fazla etkili olamadı.Fink Samsun adına en iyi oyuncuydu diyebiliriz.BJK'deki işçi pozisyonunun aksine Samsun'da daha çok yönetici pozisyonunda oynuyor,yanında Mustafa Sarp oynadığından olsa gerek :)

Dikkat ederseniz gollerden çok fazla bahsetmedim.Geçen yıldan zaten kötü sonuçlara alışıktık o yüzden en azından güzel oyun daha önemliydi benim için ama kötü futbolla da olsa galip gelmemiz elzem olan bir maçtı.
Doğru oyuncuları doğru sistem içinde kullanabilirsek çok kaliteli futbol oynayabilir Galatasaray takımı.
Selçuk,Melo,Riera,Baros,Elmander,Eboue,Ujfa ve Muslera, isimlere baktığınızda Süper lig için gayet yeterli bir kadro.Burda iş Fatih Hoca'nın hünerine kalıyor artık.

18 Eylül 2011 Pazar

Küçük Xavi Foto Albümü


Mevcut orta sahalar içinde en iyisi olduğu konusunda birçok futbol otoritesi hemfikir. Hatta kimilerine göre gelmiş geçmiş en iyi oyunkurucu olan Xavi'nin çocukluğundan birkaç fotoğraf.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Haydi Kızlar Stada / Çocuklar da Gelebilir


Ülkemizde tüm takımların az çok bayan taraftarı vardır ve zaman zaman tribünde yerlerini alırlar. TFF'nin yeni uygulamasına göre artık seyircisis maç olmayacak. Bunun yerine sadece bayanların ve çocukların girebildiği maçlar olacak. Bayan taraftarlara zaten alışığız da özellikle çocuk taraftar sayısının çok artacağı kanaatindeyim. Hal böyle olunca aşağıdaki gibi kareleri körme şansımız oldukça artacak.
Bu da benim favorimdir :)

16 Eylül 2011 Cuma

Alkışlar Antalyaspor'a

 Ligin ilk iki haftasında tamamı yerli oyuncularla sahaya çıkan ve kağıt üzerinde kendisinden güçlü iki takım G.Antep ve Kayseri'yi 1-0'lık skorlarla deviren Antalyaspor lige flaş bir başlangıç yaptı. Tebrikler.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Galatasaray 2011-2012 Sezonu Derbi Tarihleri

11.Hafta: Beşiktaş- Galatasaray

14.Hafta: Galatasaray-Fenerbahçe

15.Hafta: Trabzonspor-Galatasaray

28.Hafta: Galatasaray-Beşiktaş

31.Hafta: Fenerbahçe-Galatasaray

32. Hafta: Galatasaray-Trabzonspor



22 Ağustos 2011 Pazartesi

Stancu Orduspor'a Kiralandı

Culio'nun ardından Terim'in bu sezon takımda düşünmediği bir diğer isim olan Stancu da Ordu'nun yolunu tuttu. Yabancı sınırının kalkmasıyla özellikle Culio'nun takımda iyi bir alternatif olacağını hep savundum ancak ortada Terim tarafından verilen bir karar varsa ona da sonuna kadar güvenirim. Özellikle antrenmanlarda yıldızlaşmasına rağmen maçlarda pek ortalıkta görülmeyen Stancu umarım aradığını bulur ve kendini kanıtlar. Kumaşına güvendiğim bir oyuncu olmasına rağmen çok çekingen olması, kendine saha içinde güven duymaması oyuncuyu yegane başarısız kılan sebepler. Ayrıca pozüsyonunun forvet olmasına rağmen genellike sağ açıkta kullanılması da verimliliğini etkilemiştir muhtemelen. Temennim lige alışmış, kendine güven duyan ve hazır bir forvet olarak dönmesidir. Kendisine Orduspor formasoyla başarılar dilerim.

21 Ağustos 2011 Pazar

Podolski ve Türk Bayrağı

Podolski ve Nuri arasında geçen efsane olayın ardından Podolski bazı sporseverler tarafından Türk düşmanı ilan edilmişti. Şu sıralar adı Galatasaray ile anılan Alman milli oyuncu fotoğrafta pek de sanılan gibi durmuyor değil mi? Eğer transferi gerçekleşirse Galatasaray taraftarını onu sevmesinin pek zaman almayacağı görüşündeyim.

Tolga Zengin'den İnsanlık Dersi

Trabzonspor kaptanı Tolga Zengin Bilbao ile oynadıkları Avrupa Ligi maçında kendisine bir Bilbao taraftarının attığı ekmeğı önce yerden aldı sonra öpüp başına koydu. Somali'de insanların açlıktan öldüğü şu günlerde Tolga'nın yaptığı hareket büyük takdir topladı.

19 Ağustos 2011 Cuma

Engin Baytar Galatasaray'da

 Engin Baytar kendisini karekteri sebebiyle hiç mi hiç sevmediğim bir oyuncudur. Kendisini milli takıma kadar yükselten Şenol Hoca'ya dahi saygısızlıkta bulunarak ne kadar karakter yoksunu biri olduğunu göstermiştir. Ancak bu transferi isteyen Fatih Terim'se bu konuda söyleyecek hiçbir şeyim yok. Vurdumduymaz Engin ile disipliniyle meşhur Fatih hocanın bir araya gelişinden ne gibi bir şey ortaya çıkacak çok merak ediyorum. Herşeye rağmen Engin'e parçalı altında başarılar.

18 Ağustos 2011 Perşembe

İsmail Abi'nin babası > Arkadaki Adam :)

Olayların arasında başrol oyuncusu gibi çıkan abiyi görünce aklıma Leyla ile Mecnun dizisindeki İsmail abinin, yeşilçemın aranan yüzü olan babasını anlattığı sahne geldi.
Herşeye rağmen İsmail abinin babası > Arkadaki adam :)

Bonus Eboue

 Eboue'nin ne kadar renkli bir karakter olduğu bu kareden de çok iyi anlaşılıyor.






 Kaynak: fatihfc

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Fabregas Barcelona Formasıyla

 Barcelona altyapısında yetişen, 2003 yılında 16 yaşındayken Arsenal tarafından transfer edilen ve kaptanlığa kadar yükselen Cesc Fabregas tekrar yuvasına döndü. Yılan hikayesine dönen ve her yaz spor medyasını oldukça meşgul eden transfer sonunda gerçekleşti. Yukarıda gördüğünüz fotoğrafta Cesc'ın Barca altyapısındaki günlerinden bir kare yer alıyor.Bu arada kalecinin yanında duran sarışın çocuk da Pique'den başkası değil.

14 Ağustos 2011 Pazar

Xavi Usta Hayli Kızmış !

 Geçen yılki El Clasico'larda kasap havası estiren Pepe'ye, Xavi hayli kızmış olacak ki deli bir bakış atmış. Oysa Xavi'yi bu halde görmeye pek alışkın değiliz.

7 Ağustos 2011 Pazar

Milli Değişim Ama !

 Milli takımımız Guus Hiddink'in başa geçmesinden sonra bir değişim içerisine girdi. Genç gurbetçi oyuncularımızın milli takıma daha fazla kazandırılması, daha önce milli olmayan ancak milli takımı hakeden yeni yüzlerin çağrılması bu değişime örnek. Kimse bunu inkar etmiyor, ancak nedense milli takım aday kadrosu her açıklandığında kadroya çağrılan bazı isimlerin ne amaçla, hangi ölçütler esas alınarak çağrıldığı anlaşılamıyor. İsimler üzerinden gidecek olursak; 
 Çağlar Birinci: Ne Galatasaray performansı ne de milli takımda süre aldığı zaman boyunca gösterdiği performensıyla seçilmeyi haketmediğini düşünüyorum. Yerine alınabilecek en büyük aday ise Hasan Ali Kaldırım'dır. Almanya altyapılı oyuncuları milli takıma kazandırmaya çalıştığımız şu günlerde kendisinin de aynı altyapıya sahip olmasına karşın ne zaman çağrılacağını merak ediyorum. Burada altyapı tabiki seçilmek için en belirgin unsur değil ancak tanıyanlar zaten bilir nasıl bir oyuncu olduğunu ve milli formayı giymeyi hakettiğini. 
 Bir diğer isim Selçuk Şahin: Takım ve milli takım performansı mevkisine göre Çağlar'dan daha iyi olmasına rağmen kendisinin de çağrılması tepkiyle karşılanıyor haklı olarak. Son yıllarda Beşiktaş'ın ve futbolumuzun yetiştirdiği en göze batan yeteneklerden bir tanesi olan Necip Uysal'ın çağrılmaması da akıl gibi değil. Hem milli takımı gençleştirmeye çalışacaksın hem de potansiyeli en yüksek gençlerimizden biri olan Necip'i almayacaksın. 
 Bir diğer eleştirilen isim ise Gökgan Zan. Gerek sakatlıklarıyla gerekse oynadığı maçlarda bomba etkisi yaratmasıyla milli takıma seçilmeyi pek de haketmeyen bir isim. Her ne kadar Terim dönemiyle bir toparlanma sürecine girmiş olsa da şu an onun yerine çağrılabilecek çok daha hazır isimler var. Milli takım tercihini henüz yapmamış olan Ömer Toprak (Almanya'yı istiyor deniliyor), Gaziantepspor kaptanı Emre Güngör, Beşiktaş kaptanı İbrehim Toraman ve bunlardan başka birkaç isim daha Milli takıma çağrılmayı Gökhan Zan'dan daha fazla hakediyor.
 Kaleci konusunda ise Mert Günok'un gelecek vaadeden yetenekli bir kaleci olmasına karşın A milli takıma çağrılmak için yeterli tecrübesi olmadığı açık. Bir diğer isim ise Sinan Bolat. Genel kanı iyi bir kaleci olduğu yönünde. Avrupa Ligin'nde çeyrek  final oynamışlığı var. Ancak ne sebeple bilinmez milli takıma defalarca çağrılmasına rağmen maçlarda şans verilmiyor. Belçika uyruklu kalecimiz böyle giderse Belçika Milli takımına geçer mi bilinmez ama geçmesi sürpriz olmaz.

Genel olarak ülkemizdeki şike soruşturması birçok milli oyuncmuzun kafasını futbola vermesini engellediği söyleniyor . Milli takımımızın Estonya ile yapacağı hazırlık maçı, oyuncularımızın ne durumda olduklarını görmemiz için iyi bir fırsat. Üstelik liglerimizin ertelenmesinin oyuncular üzerindeki fizik etkilerini de analiz etme fırsatımız olacak.